Hür Katip | Bilim Kültür Sanat Edebiyat

FATİHA SURESİ OKUNUŞU, ANLAMI, ARAPÇA YAZILIŞI, TEFSİRİ VE ÖNEMİ

1-“Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.

2-Elhamdulillâhi Rabbi’l-âlemîn.

3-Er-Rahmâni’r-Rahîm.

4-Mâliki yevmi’d-dîn.

5-İyyâke na’budu ve iyyâke neste’în.

6-İhdine’s-sırâta’l-mustakîm.

7-Sırâta’l-lezîne en’amte aleyhim. Ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve le’d-dâllîn.

FATİHA SURESİ ANLAMI

1-Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.

2-Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

3-O, rahmândır ve rahîmdir.

4-Ceza gününün mâlikidir.

5-(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.

6-Bize doğru yolu göster.

7-Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! Âmin.

FATİHA SURESİ ARAPÇA YAZILIŞI

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

١﴾ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٢﴾ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٣﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ﴿٤﴾ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ﴿٥﴾ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿٦﴾ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ﴿٧

FATİHA SURESİ'NİN NÜZUL SEBEBİ

Mushafta birinci, nüzûl sıralamasında 5. sûredir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v)’in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke’de nâzil olmuştur. Kaynaklarda nüzûl sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Kur’an’ın hem bir mukaddimesi hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rekâtlarında Rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O’na yaklaşması murat edilmiştir.

FATİHA NE DEMEK? FATİHA SURESİ KAÇ AYETTİR?

Fâtiha, "açılacak şeylerin başı, ilk açılacak yer" demektir. Mukabili "hâtime"dir. Bu sûreye, Allah kelâmının başında bulunduğu yahut namazda ilk okunan sûre veya tümüyle ilk inen sûre olarak Fâtiha sûresi denilmiştir.

Kur’an ilimlerine dair kaynaklarda birden fazla adı vardır; ancak bunlardan “Fâtiha, es-Seb‘u’l-mesânî, Ümmü’l-kitâb” adları hadislerde geçmektedir. (Buhârî, “Tefsîr”, 1, “Ezân”, 109; Tirmizî, “Salât”, 183) Fâtiha “ilk, evvel, başlangıç” demektir. Bütün olarak gelen ilk sûre olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’i okumaya ve yazmaya onunla başlandığı için bu adı almıştır.

Fâtiha sûresinden önce gelen (nâzil olan) âyetler, ait oldukları sûrelerin parçalarıdır ve bu sûrelerin nüzûlü Fâtiha’dan sonra tamamlanmıştır. es-Seb‘u’l-mesânî “ikilenen, tekrarlanan yedi” demektir. Bu sûre yedi âyetten oluştuğu ve namazda en az iki kere okunduğu ya da her rek‘atta ona bir başka sûre veya birkaç âyet eklendiği için bu ismi almıştır. Ümmü’l-kitâb “kitabın aslı, temeli, anası” demektir.

Bazı hadislerde “Ümmü’l-Kur’ân” (Kur’an’ın anası) şeklinde ifade edilmiştir. Fâtiha sûresine bu ismin verilmesi, yukarıda işaret edilen ve az sonra açıklanacak olan içeriği sebebiyledir. Fâtiha’nın yedi âyetli bir sûre olduğunda görüş birliği vardır. Bu yedi âyetin sayımı, besmelenin Fâtiha sûresine dâhil bir âyet olup olmadığı konusundaki görüş ayrılığı sebebiyle farklı olmuştur. Mekke ve Kûfeli kıraat âlimlerine (kurrâ) göre besmele Fâtiha’ya dâhil bir âyettir, “el-hamdü” ile başlayan ise ikinci âyettir. Medine, Basra ve Şam kurrâsına göre besmele Fâtiha’ya dâhil bir âyet değildir, “el-hamdü...” birinci âyettir. Bu konuya besmelenin tefsirinde tekrar dönülecektir. Besmeleyi Fâtiha’dan saymayanlara göre “en‘amte aleyhim”den sonrası ayrı bir âyettir ve yedi rakamı böyle tamamlanmaktadır.

FATİHA SURESİ NE ANLATIYOR?

Bu sûre ilâhî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mâna, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi (ilâhî irade, rızâ ve düzene uygun) bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için:

Emir ve yasaklara ihtiyaç vardır.

Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının “yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her çeşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah” olduğunun bilinmesine bağlıdır.

Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir.

Sûrenin başından “yevmi’d-dîn”e kadar birincisi, “müstakîm”e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve geçmişten ibret alınmasını sağlamak üzere verilen– Kur’an kıssalarının özü veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bilgi, irşad ve tâlimatla ilgili bütün muhtevası “bilinmesi ve inanılması gerekenler” ve “yapılması gerekenler” diye ikiye ayrılabilir.

Birincisinde Allah’u Azimüşşan, peygamberlik, gayb âlemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat düzeni gibi amelî, ahlâkî hükümler ve öğretiler vardır. Fâtiha sûresi bütün bunları ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır. “Hamd Allah’a mahsustur” cümlesi Allah’u Teâlâ’nın kendisini hamde(övgü, yüceltme) lâyık kılan bütün yetkinlik sıfatlarını; “âlemlerin rabbi” ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; “rahmân ve rahîm” isimleri Allah’ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; “ceza ve hesap gününün sahibi” nitelemesi kıyamet hallerini ve âhiret âlemini; “Yalnız sana kulluk ederiz” kısmı iman, ibadet ve sosyal düzeni; “Yalnız senden yardım dileriz” cümlesi amellerde ihlâsı (ibadetlerin yalnızca Allah rızâsı için yapılmasını) ve tevhidi (O’ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini,Allah’u Zülcelale mahsus sıfat ve etkilerin O’ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. “Bizi doğru yola ilet” cümlesi ibadet, nizam, düşünce ve ahlâk çerçevesini, “nimete erdirdiklerinin yoluna...” kısmı gelip geçmiş örnek nesilleri, millet ve toplulukları; “gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” bölümü ise kötü örnek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken geçmiş toplulukları içine almaktadır.

Denebilir ki besmelenin başındaki “bi” edatından başlayarak besmeleye, sonra Fâtiha’ya ve devamında bütün Kur’an’a doğru ilâhî sırlar perde perde açılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikçe hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilâhî irşadın ışığı âlemlere yayılmaktadır. “Bi” edatındaki “musâhabe” (beraberlik) ve “ istiâne” (yardım dileme) mânaları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının bütününü ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile Fâtiha, bu ilişkiyi daha da açarak devam etmekte, diğer sûre ve âyetler de bunları, aralarında bir bütünlük oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun üslûplar içinde açıklığa kavuşturmaktadır.

FATİHA SURESİ'NİN FAZİLETİ

Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fâtiha sûresinin değeri ve müminin dinî hayatındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır.” (Tirmîzî, “Duâ”, 9)

“Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür.” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19)

Allah’ın Resulü(s.a.v):, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9)

Yine birçok sahih hadiste Fâtiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).

Mekke döneminde inmiştir. Yedi âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha” adını almıştır. Mekke devrinin ilk yıllarında tamamı bir defada inmiştir. (Vâhidî, s. 19-20; Zerkeşî, I, 207; Süyûtî, I, 30, 34; M. Abdülazîm ez-Zürkānî, I, 88-89)

Bazı kaynaklarda Medine döneminde, yahut önce Mekke’de namazın farz kılındığı esnada, sonra da Medine’de kıblenin tahvili sırasında olmak üzere iki defa nâzil olduğuna dair rivayetlere yer verilmişse de bunlara itibar edilmemiştir.(Vâhidî, s. 19-20; Fahreddin er-Râzî, I, 177; Süyûtî, I, 35, 43; Âlûsî, I, 33)

Fâtiha’nın Mekkî oluşunun iki önemli delili vardır. Bunlardan biri, Mekkî olan Hicr suresi,87. “Biz sana tekrarlanan yediyi (es-seb‘u’l-mesânî) ve Kur’ân-ı azîm’i verdik” meâlindeki âyettir Genellikle bu âyette geçen “es-seb‘u’l-mesânî” ile Fâtiha’nın kastedildiği kabul edilmektedir. (Buhârî, “Tefsîr”, I/1; Vâhidî, s. 19-20; Fahreddin er-Râzî, I, 177; Şevkânî, I, 15)

İkinci delil de beş vakit namazın Mekke döneminde farz kılınmasıdır. Peygamber(s.a.v)Efendimiz’in, “Fâtiha sûresi (Fâtihatü’l-kitâb) okunmadıkça hiçbir namaz sahih olmaz” meâlindeki hadisinin (Dârimî, “Ṣalât”, 36; İbn Mâce, “İḳāme”, 11; Tirmizî, “Mevâḳīt”, 69, 115, 116) gereği olarak farz kılındığı günden beri namazlarda Fâtiha sûresi okunmaktadır. Ayrıca kaynaklarda Hz. Ali(r.a)’nin, “Fâtihatü’l-kitâb arşın altındaki bir hazineden Mekke’de nâzil oldu” şeklinde bir sözü yer almaktadır. (Vâhidî, s. 19-20; Süyûtî, I, 34-35; Şevkânî, I, 14)

Sûrenin fâsılaları (م، ن) harfleridir.Fâtiha “açmak, açıklığa kavuşturmak, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak” anlamındaki feth kökünden türemiş bir isim olup hâtimenin zıddı olarak “bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş” mânasında kullanılır. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ftḥ” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ftḥ” md.)

“Fâtihatü’l-kitâb” tamlamasının kısaltılmış şekli olan Fâtiha Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi ve bir bakıma onun önsözü olduğu için bu adı almıştır. Kur’an’ın tertibi ve yazılması itibariyle birinci sûre olması yanında ayrıca namazdaki kıraat rüknünün yerine getirilmesine bu sûre ile başlandığı ve nihayet bir bütün olarak indirilmiş sûrelerin de ilki olduğu için ona bu ismin verilmiş olduğu düşünülebilir.

Elhamd (halk ağzında Elham) Fâtiha sûresinin Türkçe’deki en meşhur adı olup “Sûretü’l-hamd” tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Bu adlandırma, sûrenin ilk kelimesi olan “el-hamd” lafzından veya sûrenin bütünüyle hamd mânasını taşımasından kaynaklanmış olmalıdır.

FATİHA SÛRESİNİN MİSLİ YOKTUR

1- Ebu Saîd İbnu’l-Muallâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Mescid-i Nebevî’de namaz kılıyordum. Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm beni çağırdı. Fakat namazda olduğum için mübarek çağrısına derhal cevap veremedim. Namazdan sonra yanına vararak: “Ey Allah’ın Resulü namaz kılıyordum. Bu sebeple cevap veremedim.” diye özür beyan ettim. Bana:

“Allah, Kitab’ında: “Ey iman edenler, Allah ve Resulü sizi çağırdıkları zaman hemen cevap verin.” buyurmuyor mu?”( Enfal Suresi,24)buyurdu ve arkasından ilâve etti: “Sen mescidden çıkmazdan önce, sana Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük sûresini öğreteyim mi?” buyurdu ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben: “Ya Resulallah! Bana en büyük sûreyi öğretecektiniz.” dedim.

Resulullah (s.a.v) bana: “O sûre “Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin”dir ki, bu, namazlarda tekrar tekrar okunan yedi âyetten ibarettir.” buyurdu.(Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, İftitâh 26; Ebû Dâvud, Vitr 15)

2- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) bildiriyor ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim ki, Allah, Fâtiha’nın bir mislini ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkân’da indirmemiştir.” buyurdu.( Kütüb-ü Sitte, 2/438.)

FATİHA SÛRESİ DAHA ÖNCE VERİLMEMİŞTİR

3- İbnu Abbâs radıyallahu anhü anlatıyor: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm yanında Cebrail aleyhisselâm bulunduğu bir sırada, yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cebrail (aleyhisselâm) dedi ki: “İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı.”

Derken oradan bir melek indi. Cebrail (aleyhis- selâm) tekrar konuştu: “İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti.”

Melek selâm verdi ve Peygamber Efendimize aleyhissalâtu vesselâma dedi ki:

“Ya Resulallah! Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi’nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir.”( Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftihah 25)

FATİHA SÛRESİ KULU RABBİNE MUHATAP KILIYOR

4- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim Fatiha-i şerife Sûresini okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz nakıstır, eksiktir. (Bu sözü üç kere tekrarladı.)”

Ebû Hüreyre’ye (radıyallâhu anh): “Cenâb-ı Allah (bir hadis-i kutside) buyurdu ki: “Ben kıraati kulumla kendi aramda iki kısma böldüm, yarısı bana ait, yarısı da ona. Kuluma istediği verilmiştir: Kul: “Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. (Hamd âlemlerin Rabbine aittir)” deyince, Azîz ve Celîl olan Allah: “Kulum bana hamdetti!” der. Kul, “Er-Rahmânirrahîm” deyince, Allah: “Kulum bana senada bulundu” der. Kul, “Malik-i yevmiddîn (âhiretin sahibi)” deyince, Allah: “Kulum beni büyük bildi” der. Kul, “İyyâkena’budü ve iyyâkenesta’în (yalnız Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım isteriz)” deyince, Allah: “Bu benimle kulum arasında bir taahhüttür. Kuluma istediğini verdim” der. Kul, “İhdina’ssırâta’lmüstakîm sırâtallezîne en’amte aleyhim gayr’ilmağdûbi aleyhim ve la’ddâllîn. (Bizi doğru yola sevket, o yol ki kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoludur, gadaba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin değil)” dediği zaman, Allah: “Bu da kulumundur, kuluma istediği verilmiştir” buyurur.”( Kütüb-ü Sitte, 8/2531.)

5- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İmam “âmin” deyince, siz de “âmin” deyin. Zira kimin âmin’i meleklerin âmin’i ile birleşirse geçmiş günahları affedilir.”( Kütüb-ü Sitte, 8/2538.)

FATİHA SURESİNİN DİĞER İSİMLERİ

Fâtiha’nın çeşitli özelliklerini ifade eden daha başka isimleri de vardır. Âlûsî bunları yirmi ikiye kadar çıkarmıştır. (Rûḥu’l-meʿânî, I, 34)

Sûrenin ayrıca, Ümmü’l-Kur’ân (Kur’an’ın aslı, özü), “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , vâfiye (tam, bütün), kâfiye (yeterli), kenz (hazine), es-seb‘u’l-mesânî (namazların her rek‘atında ve çeşitli vesilelerle tekrarlanan yedi âyet), “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. (Taberî, I, 107-110; Âlûsî, I, 34; Elmalılı, I, 5-6).

Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştanbaşa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.

Fâtiha’nın âyet sayısının yedi olduğu hususunda ittifak bulunmakla birlikte başındaki besmelenin sûreye dâhil olup olmadığı ihtilâflıdır. Şâfiîler’e göre Fâtiha’nın birinci âyeti besmeledir; son âyeti ise ”صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ“ ile başlar ”وَلَا الضَّالِّينَ“ ile biter. Hanefîler’e göre besmele Fâtiha’ya dâhil değildir; birinci âyet ”الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ“, son âyet ise ”غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ“ dir. Sonunda söylenen “âmin” sözü Fâtiha’dan bir kelime olmadığı gibi Kur’an’dan bir âyet de değildir.

Besmele:

Berâe suresi dışında Kur'an-ı Kerîm'de bütün sûrelerin basında besmele (Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlarım) yer almaktadır.

Besmeledeki Allah adı yüce Rabbimizin en büyük adıdır. O'nun doksan dokuz adı vardır, fakat bunlar Allah adının sıfatlarıdır. Allah ismi ise, Cenab-ı Hakk'ın bütün isimlerini toplamaktadır. Câhiliye Arapları müşrik olarak Allah'a inanırlar, yani O'nun yanında putlara taparlardı. Bunlara ilâh (âlihe) derlerdi ve Allah adıyla yalnız Rabb'i kastederlerdi. İlâh ismi de hem Allah'a hem de putlarına verilen bir isimdi. Bu bakımdan Allah isminin Türkçede karşılığı yoktur. Allah isminin kökü ve çoğulu da bulunmaz.

Bismillâh'daki bâ harfı, "Allah'tan yardım dileyerek başlıyorum" demektir. Rahman ve Rahîm isimleri, Allah'ın isimlerinden olup, "rahmet" kökünden türemişlerdir. Rahman'ın tam karşılığı yoktur; çok merhamet eden, rahmeti her şeyi kuşatan diye çevrilmektedir. Rahîm de çok merhametli demektir; burada rahmet daha çok ahirette müminlere olan rahmeti anlamındadır. Genellikle Rahman: Bütün mahlûkatı rahmetiyle yaratıp besleyen, Rahîm: Ahirette müminlere mükâfat, kâfirlere ceza verendir diye tefsir edilmiştir.

Sure başlarında bulunan Besmelenin Kur'an'dan ayet olup olmadığı hakkında görüş birliğine varılamamıştır. İmam Şâfiî onun başında bulunduğu sûrelerin birer ayeti, İmam Mâlik onun ayet olmadığı, Ebu Hanife müstakil bir ayet olduğu kanaatine varmıştır. Fakat besmelenin Kur'an'dan olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Peygamber(s.a.v)Efendimiz: "Onu her surenin başına yazın" demiştir. Besmelenin âyet veya sûreden bir âyet olup olmadığı hakkındaki ictihad farkları onun namazda okunmasında da farklı ictihadlara yol açmıştır. İmam Ebu Hanife besmelenin her rekâtta Fatiha'dan önce okunmasının şart olduğunu, gizlice besmele çekmenin sünnet olduğunu söylemiş, İmam Mâlik farz namazlarda besmele okunmasını caiz görmemiş, İmam Şâfiî ile İmam Ahmed de besmeleyi her sureye dâhil bir ayet gördüklerinden açık kıraatli namazlarda açıktan, gizli kıraatli namazlarda gizliden besmele okunmasının farz olduğunu söylemişlerdir.

Öte yandan her iyi ve güzel şeyde besmele ile başlamak İslâm'ın prensiplerindendir. Besmele bütün işlerin basıdır, onsuz iş eksiktir. Besmele çekmek, Allah'ın birliğini, rahmetini anmak ve O'na karşı gereken edep dairesinde İslâmî esasların ilk rüknünü ifa etmek demektir. Yine, hayvan keserken kasten besmele çekilmezse o hayvanın eti yenilmez.

Bazı tefsirlerde Fâtiha’ya çok geniş yer ayrıldığı görülmektedir. (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, I, 173-290; Elmalılı, I, 3-145)

Bütün tefsirlerde besmelenin başındaki “bâ” (ب) harfinin “iltisâk” (Allah ile insan arasında ilişki ve bağlantı) anlamı taşıdığına önemle dikkat çekilmiştir. Bu bağlantının bir tarafında ulûhiyyet ve rubûbiyyet, diğer tarafında insaniyet ve ubûdiyyet makamı vardır.

Fâtiha sûresinin de bu şekilde iki bölümden oluştuğu görülür. Övgü ve tâzim cümlelerinden meydana gelen ve ulûhiyyete dair olan ilk bölümde Allah’ın insanlara yönelik iltifatının en çarpıcı ifadeleri olmak üzere Rab (yapıp yaratan, yetiştirip geliştiren, terbiye eden), rahmân ve rahîm isimleriyle, O’nun mutlak hâkimiyet ve hükümranlığının âhirette de devam edeceğini belirten “mâliki yevmi’d-dîn” ifadesi yer almıştır. Bütün bu nitelikleri dolayısıyla hamd (her türlü övgüler, güzellikler, yetkinlikler) O’na mahsustur.

Dua ve niyaz üslûbunun hâkim olduğu ikinci bölümde insanların Allah’a bağlılıklarının temel unsurları olmak üzere “ibadet” ve “istiâne” kavramları yer almaktadır. Ulûhiyyet bölümünde ifade edildiği üzere insanların bu dünyadaki inanç ve amellerine göre âhiretteki durumlarını rahmân ve rahîm olan Allah’ın şaşmaz adaleti belirleyeceği için yalnız O’na ibadet etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek (istiâne) gerekir. İnsan bu beyanı ile kulluğunu, tevhid inancını, tevekkül ve teslimiyetini, ihlâs ve kararlılığını Allah’a arzetmiş olur. Bu seviyeye ulaşan bir iman ve aynı ölçülerle düzenlenen bir amel ve hayat çizgisi “sırât-ı müstakîm”dir. Ömür boyunca bu çizgiyi takip etmenin zorluğu sebebiyle insan bu yolda sürçebilir ve sonuçta kötülüklere rızâ göstermeyen Allah’ın öfkesine mâruz kalmış olan sapmışların yoluna kayabilir. “Bizi doğru yola ilet” sözleriyle başlayan dua cümleleri, bu büyük tehlike karşısındaki aczinin ve kendi kendine yeterli olmadığının bilincine varan insanın âlemlerin rabbi, rahmân ve rahîm olan Allah’a sığınarak hidayetiyle kendisini desteklemesi şeklindeki niyazını ifade etmektedir.

Sûredeki ifadeler çoğul sîgasıyla olup Müslümanlar için toplum hayatının ve toplumsal dayanışmanın önemini, cemaat ve ümmet şuuruyla birlik ve beraberlik içinde “sırât-ı müstakîm” üzere hareket etmeleri gereğini ortaya koyar. Bu amaca yönelik olarak cemaatle kılınan namazda imamın kıraatinin aynı zamanda cemaatin kıraati yerine geçmesi Fâtiha’daki bu kapsamlı ifade özelliğinden dolayıdır.

Fâtiha sûresi önce Allah’ı en belirgin nitelikleriyle tanıtmakta ve insanı sağlam bir imanla O’na yöneltmekte, yaratıcıya ve yaratılmışlara karşı sorumluluk duygusuyla hareket etmeyi dinin ve dindarlığın temeli olarak belirlemektedir. Sûrenin, insanoğlunu yaratıcısıyla ve hemcinsleriyle uyum içinde yaşatmak şeklindeki evrensel hedefi gerçekleştirmeyi gaye edindiği dikkate alınırsa onun sadece Kur’an’ın özü değil aynı zamanda bütün hak dinlerin de özü olduğu sonucuna varılabilir.

Bir yoruma göre Bakara sûresi Fâtiha sûresinin açıklamasıdır; başta Âl-i İmrân olmak üzere diğer bütün sûreler de Bakara sûresinin tefsiridir. Nitekim Fâtiha’da Allah’tan hidayet istenir; onu takip eden Bakara sûresi, bu kitabın müttakileri hidayete erdirmek amacıyla gönderilmiş olduğunu bildiren âyetle başlar. Fâtiha’nın Kur’an’ın bir özeti olduğu kabul edilirse onun bütün Kur’an sûreleriyle ilişkili bulunduğunu düşünmek mümkün olur.

Fâtiha’nın yedi kısa âyetten oluşmasına rağmen konusunun önemi ve mâna zenginliği bakımından Kur’an’ın en faziletli ve muhtevalı sûresi olduğu gerçeği, bu sûreyi Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı yerine ikame etme ve diğer bütün sûreleri gereksiz görme gibi bir kanaate götüren böyle bir Hurûfî-Bâtınî anlayışı haklı çıkarmaz.

Fâtiha’nın Kur’an’daki en büyük sûre olduğu, Tevrat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara sûresinin son âyetleriyle birlikte “iki nûr” diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair hadisler vardır (Müsned, III, 450; Dârimî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 12; Buhârî, “Tefsîr”, I/1, 15/3, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 9, “Ṭıb”, 34; Müslim, “Selâm”, 66; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 19; Nesâî, “İftitâḥ” 26).

Fâtiha’nın faziletiyle ilgili rivayetlere hadis mecmuaları yanında tefsir kitaplarında da geniş yer verilmiştir. Bu sûrenin her türlü hayırlı faaliyetlerin başında veya sonunda, çeşitli vesilelerle tertip edilen meclislerde, merasimlerde, kabirlerde vb. yerlerde dua niyetiyle okunması zamanla Müslümanlığın en köklü şiârlarından biri haline gelmiş, ayrıca hemen bütün tekke ve tarikatların ezkâr ve evrâdı içinde mutlaka Fâtiha’nın da yer alması hususu tasavvuf geleneğinde kesintisiz olarak sürdürülmüştür.

Surenin fazileti ile ilgili birçok rivayet mevcuttur. Bunlardan birisi şöyledir: "Bu surenin benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'ân'da yoktur". (İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesirî, I, 10; Kurtubî, el-Câmiu'li Ahkâmü'l-Kur'an, I, 108).

Öte yandan sûre hakkında müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlardan Râgıb el-İsfahânî’nin Tefsîru sûreti Fâtiḥati’l-Kitâb. (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 2141/1), Fahreddin er-Râzî’nin Mefâtîḥu’l-ʿulûm (Bağdat Evkaf Ktp., nr. 2316-2317), Sadreddin Konevî’nin İʿcâzü’l-beyân fî tefsîri Ümmi’l-Ḳurʾân (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 62), Yâfiî’nin el-Envârü’l-lâʾiḥa fî esrâri’l-Fâtiḥa (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 79/1), Molla Fenârî’nin ʿAynü’l-aʿyân fî tefsîri’l-Fâtiḥa (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 33), Zebîdî’nin eṭ-Ṭarîḳatü’l-vâżıḥa ilâ esrâri’l-Fâtiḥa (Süleymaniye Ktp., Şâzelî, nr. 103/2), Devvânî’nin Tefsîrü’l-Fâtiḥa (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 2074/1), Allâmek el-Bosnevî’nin el-Hâdî (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2096/1), Esad Erbilî’nin Fâtiha-i Şerîfe Tercümesi (İstanbul 1327), Habîb b. Ali’nin Kitâbü miftâḥi’l-Fâtiḥa (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2855) adlı eserleri zikredilebilir. Fâtiha sûresini çeşitli yönlerden inceleyen bu tür eserler konusunda Ziya Demir tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (bk. bibl.).

FATİHA SURESİ TEFSİRİ

"Andolsun ki biz sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'an'ı vermişizdir. " (Hicr Suresi,87) ayetinde Fâtiha suresi anılmıştır. Surenin umûmî tefsiri şöyledir: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlarım.

1- Bismillahirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

Nahl suresi, 98. ayette "Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın" şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce "euzü..." ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Tefsire göre sadece "Bismillahirrahmânirrahîm" değil "Euzübillahimineşşeytanirracim” ardından da "Bismillahirrahmânirrahîm" demek gerekir.

Allah yerine “tanrı”, rahman yerine “esirgeyen”, rahîm yerine de “bağışlayan” kelimelerinin kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz.Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla lâyık olan "tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden uzak, varlığı zaruri (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez" olan yüce zâta mahsustur, bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denemez.

Hâlbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bazı nitelikler yükledikleri mâbudlara tanrı denebilir, Başka bir deyişle tanrı kelimesi «ilah» anlamına gelen genel bir isim olduğundan Allah için de kullanılabilir, hâlbuki Allah ismi O'ndan başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır.

2- Elhamdü lillâhi rabbil'alemin: Hamd, âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur.

"Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun ".Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca "Allah" kastedilir, O'nun güzel isimlerinden biridir, "sahiplik ve terbiye edicilik" özelliğini ifade eder. Bu kelime "rabbü'd-dâr" (ev sahibi) gibi tamlama şeklinde başkaları için de kullanılır.

er-Rabb; Mâlik, mutasarrıf demektir; yalnız Allah'ın adıdır. el-Alemin, âlem'in çoğuludur, Allah'tan başka bütün varlıklardır. Hamd yalnız O'nadır. Her şeyde mutlak rububiyet O'nadır, O bütün kâinatın terbiyecisi, hâkimidir. Azamet, şeref, ululuk, yaratıcılık, icad O'na aittir. Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Mükâfat ve cezayı yalnızca O verir. Methetme (övme, hamd etme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır, bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Hamdetmek de dil ile yapılır; "hamdolsun, elhamdülillah..." denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Fatiha süresi tefsiri bu manada hamd yalnızca Allah’a mahsustur. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah’ın da iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla hamdin tamamı Allah’a mahsustur, O’na aittir.

Hamd. Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça'da medih ve şükür kelimelerinin hamd kelimesine yakın mânaları bulunmakla birlikte bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme (övme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliği sebebiyle övüldüğü gibi cömertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayı da övülür. Hâlbuki hamd ancak irade ve istekle hâsıl olan iyilik ve güzellik karşısında yapılır.

Şükür ve teşekkür “isteyerek yapılmış (ihtiyarî) bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka şekillerde uygun mukabelede bulunmaktır.” Bu, hem Allah'tan hem de insanlardan gelen iyilikler karşılığında yerine getirilmesi beklenen ahlâkî bir görevdir. Hamdetmek de dil ile yapılır; "hamdolsun, elhamdülillah..." denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir.

Bu mânada hamd yalnızca Allah'a mahsustur. Çünkü başkalarına ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kâmil manasıyla onların isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah'ın da iradesi vardır. Dolayısıyla bu mânada hamdın tamamı Allah'a mahsustur, O'na aittir.

Âlem. Âlem maddî ve manevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve ahirette Allah’u Teâlâ'nın yarattığı her şeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara "mülk ve şehadet âlemi", madde ötesi varlıklara da "gayb ve melekût âlemi" denilir.

Gayb ve melekût âleminin tek sahibi Allah'tır. Mülk ve şehâdet âleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri de olabilir. Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehâdet ve mülk âlemi, gayb ve melekût âlemine nispetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır.

3- Errahmânir'rahim:

O, Rahman ve Rahîmdir. Dünyada bütün yaratıkları ve âhirette yalnız mü'minleri esirgeyen, bağışlayan O'dur.Rahman ve rahim, şefkat ve merhamet anlamlarındadır. Rahman, iyilere de, kötülere de rahmet eden, yarattıklarının hepsine merhamet edendir. Rahim, ahirette yalnız mü'minlere merhamet eden anlamına gelir. Allah’ın rahmeti bütün mahlûkatı kapsar. Rahmetiyle, inanan inanmayan bütün insanlara rızıklarını ve nimetlerini bol bol vermektedir.

Rahman. Kur’an dilinde rahman sıfat-ismi de Allah'a mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahman "en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lütuf, ihsan, rahmet bahşeden" demektir. Rahman, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır.

Rahim "çok merhametli, rahmeti bol" demek olup bu sıfatla kullar da nite-lenebilir.Allah'ın rahîm sıfat-ismi O'nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lütuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek" ve "bağışlamak" bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.

4- Mâliki yevmiddin: Ödül ve ceza gününün tek hâkimi

Din gününün sahibidir, Mâlik; sahip demektir, mâliki veya meliki şeklinde okunabilir. Din, burada ceza demektir. O'ndan başka kimsenin hükmünün geçmediği Din günü, âhirette hesaba çekilme günüdür. O günde amellere ceza ve mükâfat vermek sadece O'na mahsustur. En güzel isimler ve sıfatlar O'nundur. Ödül ve ceza günü'nün ahiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduğu başka ayetlerde de geçmektedir. Allah bütün zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hâkim, melik ve maliktir. Yüce Allah dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler Allah’ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen göstermemişler; imanı olmayanlar da tamamen inkâr etmişlerdir. Ahirette kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için Allah’ın melik ve malik sıfatı bütün azametiyle ortaya çıkacak, belli olacaktır.

Malik. “Din gününün maliki" tamlamasında geçen malik "malın, mülkün sahibi" demektir. Bazılarınca "hükümdar" anlamında "melik" şeklinde de okunmuştur. Allah Teâlâ hakkında mâlik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman mâna çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem âlemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O'nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez.

“Din günü" ahiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günüdür. Allah, dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler -zaman zaman da olsa- Allah'ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen göstermemişler; imanı olmayanlar ise bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp inkâr etmişlerdir. Âhiret âleminde kulun, bu dünyadaki geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için ahirette Allah'ın melik ve mâlik sıfatı bütün azametiyle ortaya çıkacaktır. Bunun için âhirette gerçek "melik ve mâlik" olan sadece Allah’tır.

5- İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în: Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz

Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Yalnız sana kulluk ve itaat eder, ancak sana boyun eğeriz; zira sen her türlü yüceliğe layıksın. Senden başka hiçbir güç kulluğa ve muhtaçlığa cevap veremez. Dilediğimiz her şeyi yalnızca senden dileriz, zaten senden başka yardımcı da bulunmaz. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamış, serbest iradesiyle yerine getirmekte veya getirmemektedirler. Dünyadaki bütün nimetler ve imkânlar insanın yaşaması için verilmiş araçlardır. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insanüstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat insanlar bazı zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmüşler, dolayısıyla birçok batıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır. Bu ayet, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah’a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir. İbadet

İbadet "kulluk ve tapınma" olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın içinde kâmil mânada "sevgi, korku ve boyun eğme" vardır; bu üç tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin temelini oluşturur. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır; yani terim anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hâsıl olmamakta; ilâhî emri kul, -dünya hayatında bir imtihan olarak- serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir.

İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insanüstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat onların bu iki kaynaktan yardım istemek ve almak için tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilâhî irşada kulak asmadıkları zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmelerine sebep olmuş; dolayısıyla birçok bâtıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır. Bu âyet, İbadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah'a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir.

Âyette "ederim, dilerim" yerine çoğul olarak "ederiz, dileriz" şeklinin seçilmiş olması tevhid ehli müminlerin bir bütün teşkil ettiklerini, bu sebeple "Sen ben değil, biz varız" ilkesi doğrultusunda hareket etmelerini, fert-toplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada "biz"i oluşturan bağ imandır, bir Allah'a kulluktur.

Müminler kardeşçe yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah'tan geldiğini, O dilemedikçe kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.

6- İhdinessırâtel müstakîm:

Bizi doğru yola ilet. Bizi Kur'ân yoluna, İslâm yoluna ilet. Sana yaklaştıracak, bize hürriyetimizi kazandıracak yolu. Sen kimi dilersen onu hidayete erdirirsin. Bizi dosdoğru yolunda iman üzere sabit kıl, cennete gidenlerden eyle. Doğru yol hakkında Hz. Peygamber (s.a.v): "Doğru yol Allah'ın kitabıdır, İslâm'dır." Buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 1)

İnsan dünya ve ahiret yaşamını düzenlerken doğru yolun yanında; yanlış ve saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Bunun nedeni insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. "Bize doğru yolu göster" duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu talimatı verdiğine göre kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması İçin O'nun tarafından sağlanan İmkânları gerektiği gibi kullanmaktır. "Doğru yol" (sırât-ı müstakim) İslâm'dır. Allah'ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm'dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... Ancak İslâm'da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yollan gösterilmiştir. İslam’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.

7- Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn: Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!

Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Yani peygamberler, Sıddıklar, şehitler, Salih Müminlerin yoluna ilet. (Nisâ Suresi,69) Onlar ne güzel arkadaştır, ne güzel müminlerdir.Kendilerine gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil .Yani Yahudiler ve Hıristiyanların, veya İslâm'dan sapanların yoluna değil. (Tirmizî, Tefsir, 2;Mâide Suresi,60, 77)

Fatiha tefsiri son ayetinde, tarih boyunca ilâhî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslam olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar.

Onlar gibi bizi de helâk etme. Doğru yoldan sapan azgınlardan değil, Resulunün dosdoğru yolundan gidenler kıl. Bizi heva ve hevesine uyan, büyüklenen, haktan sapân münâfıklardan ve kâfirlerden ayır, onlardan duaların en güzeli ile sana sığınıyor, sana dua ediyor ve yardımını bekliyoruz. Duamızı kabul et.

Kul (namazda Fatiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur. Kul “rahmân ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.

Âmin. Duamızı kabul et. Cemaatle namazda İmam sureyi bitirince cemaat Ebu Hanife'ye göre gizlice, Şâfii'ye göre açıktan âmin der .(Alûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 59-137; Kurtubî, Câmiu'l-Ahkâm, I, 133-149; Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'ân, I, 3646; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 56-145; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azım, I, 29).

FATİHA SURESİ DİNLE




 Öne Çıkanlar

 

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi